Okumaya dair – I

Kendimi bildim bileli okurum. “Karışım” (yani ne okuduğum) değişir, ama hep okudum, hep de okuyor olacağım. Okumayı kişiye en büyük değeri katan tekil aktivite olarak görürüm.

Şimdilerde %50 edebiyat, %50 felsefe/psikoloji/antropoloji okuyorum. Öncesinde sadece edebiyat okurdum. Onun öncesinde sadece işimle ilgili bilanço, finansal rapor, küresel ekonomiye dair yorum falan okurdum. Onun öncesinde çok geniş bir kapsamda çevrimiçi içerik, özellikle de blog okurdum (Google Reader zamanları). Onun öncesinde işletmecilik, yönetim konuları falan okurdum (MBA zamanları). Nihayet en önceleri yine sadece edebiyat okurdum.

Artık kendimi profesyonel bir okuyucu olarak görüyorum, bu şekilde organize olmaya gayret ediyorum. Şöyle ki; okuduğum her sayfanın bana katkısını tanımlayabilmeyi kendime şart koşuyorum. Böyle yaklaşınca hadise kendiliğinden profesyonel bir zemine oturuyor, okuma süreci hızla bir “kişisel gelişim ve zenginleşme” mekanizması haline geliyor.

Örnek vermek gerekirse, bir Dostoyevski ya da Tolstoy okuyorsam, hem -tabii ki- dev keyif almayı, hem de hayat görüşümü zenginleştirmeyi amaçlıyorum. Bu gözle okuyorum. Bir sosyoloji ya da felsefe kitabı okuyorsam, düşünme şeklimdeki kusurları teşhis edebilir miyim, nasıl düzeltebilirim diye de mutlaka bakıyorum. Kusurlarımı buldukça gerekirse okunacaklar listeme konu bazlı eklemeler de yapabiliyorum (ve böylece gelişim süreci kendi kendini besler hale geliyor). Bilimsel bir yayın okuyorsam zaten amaç belli: O bilgiyi zihnime yüklemek.

Okuduklarımın içerisinde edebiyatın ağırlığının genel olarak %50’nin altına düşmemesine dikkat ediyorum, çünkü edebiyat hayal gücünü, kişinin kendini ifade etme becerisini inanılmaz geliştiriyor. Malum, bunlar süper-önemli yetkinlikler.

Devam edeceğim.